Cocker’ın ismi Şans. Aysu’yla Emre’nin köpeği kendisi. Bir sabah kapılarında bitmiş, önce biraz beslemişler, sonra da eve almışlar. Bu karşılaşmayı şansa sayarak ismini de Şans koymuşlar. Bu yaz Sarımsaklı – Ayvalık’ta tatil yaparken her gün muhatap aldık biz Şans’ı, çünkü orada yaşayan ve tatilin bir kısmında evinde kaldığımız Aynur’la beraberdi bir süre için. Aynur Aysu’nun annesidir. Emre Aynur’un damadıdır. Nurşen’le ben çok eski dostlarız. Aynur ikimizin de eski arkadaşıdır. Cocker Aysu’yla Emre’nindir ama Aynur’a emanet edilmiştir. Öyle ise Muharrem kimdir…şeklinde bir soru sorduktan sonra saçmalamayı bırakıyor ve esas konuya geçiyorum; esas konu cocker ile kemik. Bir de Aysu’nun annesinin evince cocker’ciğine kemik kaynatıp evin 1 – 2 gün gece gündüz dehşet bir şekilde kemik kokmasına yol açması. Ve Şans’ın o kemikle yaşadığı mutlu beraberlik.
Ama nasıl benimsedi o kemiği, vatan savunur gibi savundu, işini bitirene kadar bir yere bırakmadı. Aysu ki kendisini evinde barındırıyor, yediği önünde yemediği arkasında bir hayat yaşatıyor, Değirmendere sahillerinde gezdiriyor; elini kemiğe doğru uzattı diye kıza hırıl hırıl hırladı, hem de birkaç kere. Nereye gitse yanında götürdü bir süre, parçaladıktan sonra da parçalarını gezdirdi. Ama ne mutlu oldu. Biz mutlu olduk mu, bizim durum şöyle; bir sıkıntımız yoktu, evin dışında hayet mutluyduk fakat ocakta bir süre kaynayıp duran kemik suyunun yaydığı dehşet kokudan dolayı evde sıkıntılı saatlerimiz oldu, ne yalan söyleyeyim. Neyse n’apalım, Allah başka keder vermesin.
Size Şans’ın üzerinden cocker cinsi köpekler hakkındaki birkaç izlenimimi de aktarayım. Gözü kara bir cins bu sanırım, Şans’ın öyle halleri vardı ki Ayvalık sokaklarında bir fille karşılaşsak file doğru “Kimsin lan sen?” makamında havlayacağı izlenimine kapıldım. Başka köpeklere karşı kıskanç ve hırçın davrandığına da tanık oldum. Sıcak bir hayvan, seversen memnuniyetle kendini sevdiriyor. Ve laftan anlıyor, küsmekten, tavırdan da anlıyor. Ben kendisine bozuldum bir akşam mesela, kendisini de alıp misafir gittiğimiz bir eve (Ağaç evde mangal keyfi için tıklayın) başka bir köpek de getirilmişti, kıyamet kopardı, hayvanın üstüne yürüdü, yıktı ortalığı; bağlamak zorunda kaldık. Baya olay çıkardı ama, öyle böyle değil. Bunun üzerine ben kendisine küstüm, ertesi gün hiç yüz vermedim. Yaklaştığı zamanlarda trip attım. Yanımdan nasıl yan yan bakarak, nasıl kararsız kararsız geçti defalarca, anlatamam. 1 – 2 kere konuyu konuşayım dedim, “Niye öyle yaptın ki, öyle de bağırılır mı, ne kadar ayıp oldu” tarzında kısa nutuklar attım, öyle bir dinledi ki konuşabilse “Öyle diyorsun ama bak bir de şu var.” diyeceğini zannettim.
Nurşen ve benimle yeni tanıştığı halde bizi de maiyetine almıştı lütfedip, bağlı değilse nereye gitsek en azından bir süre peşimizden geliyordu. Çarşıya yürüdüğüm oldu birkaç kere, 10 dakika falan sürüyordur, hoplaya hoplaya, caddenin bir tarafından ötekine zıplaya zıplaya takip etti beni. Dönüş bileti için girdiğim otobüs firması bürolarına bile daldı. Vazgeçti sanıyordum, hop, ummadığım bir yerden karşıma çıkıyordu.
Aysu gibi bir köpekseverin eline düştü ya, ismi gibi şanslı bir köpek aslında. Emre de eşi gibi o konuda galiba. Ne kadar süreyle bakarlar bilmem ama bakıp bakıp, kendilerine alıştırıp bir yere bırakıverecek insanlardan olmadıklarına eminim, Aysu öyle bir şey yapsa 6 ay uyuyamaz bildiğim kadarıyla. Yapmamak da lazım zaten, bir hayvana bakabileceğini gözün kesmiyorsa hiç girişmeyeceksin. Ekmek elden su gölden yaşatıp sonra sokak veya orman hayatına salıvermek çok fena bir şeye benziyor.