Yazın gelmesiyle televizyon ekranları yeni gençlik dizileri ve tozlu raflarda unutulmuş ağalı dizilerin tekrarlarıyla dolup taşmaya başladı. Benim de zamanında nefes almadan izlediğim Aşk-ı Memnu’nun insanı adeta transa sokan tekrarlarını da unutmamak gerek. Okulun da tatile girmesi itibariyle birkaç gündür yoğun biçimde maruz kaldığım bu ve benzeri Türk dizileri içinde senaryoların saçmalığı ve vıcık vıcık romantizm dışında dikkatimi çeken en rahatsız edici şey ise eğitimli kadınlara yazılan karakterliğin yavanlığı ve kadını fark ettirmeden aşağılayan hikaye ve diyaloglar.
Lafa Asmalı Konak furyası olarak adlandırılabilecek, Türkiye’nin bir dönemine damga vuran ve günümüzde bile terliksi hayvan gibi hızla çoğalan konak dizileri ve söz konusu konakların gelin ve kaynanalarından başlamak sanırım isabetli olur. Henüz bu sabah karşıma çıkan bu tarz bir dizide yurtdışında üniversite eğitimi görmüş, işini iyi yapan, hatta araba bile kullanan (bu nokta konuyla biraz alakasız, ancak arabası çok güzeldi) bir kadının eski sevgilisini unutamamış olan yarı aşiret ağası adayı-yarı şirket sahibi-yarı delikanlı eşine defalarca rahmetli eski sevgilisiyle ilgili sorular sorduğunu, kıskançlığıyla kahvaltıdan yatmadan önce içilen süte kadar koca bir günün tüm yemeklerini rezil ettiğini, üstelik bir nebze haklı olduğu bu konuda eşinden tepki görünce onun ayaklarına kapanıp ağladığını gördüm. Yahu bu ne saçmalık? O evi, o aileyi bırakıp gitse kendine mis gibi bir hayat kurabilecek olan bir kadın aşk için kendisine yapmadığını bırakmıyor. Bu konuda kadının eğitimli olmasını vurgulamamın sebebi yüksek öğrenimin bekar bir kadının kendi ayakları üzerinde durmasına yetecek bir maaşı rahatlıkla kazanmasına olanak vermesi. Yoksa okuma-yazma bilmeyen ya da bir sebeple eğitimine devam edemeyen kadınların böyle bir duruma boyun eğmeleri de kabul edilemez. Ülkemizin gerçeklerinin kabul edilemeyecek olan çok fazla şeyi yüzümüze tokat gibi çarptığını biliyoruz, ancak her yaştan milyonlarca kişinin izlediği dizilerde kadını böyle yerin dibine geçiren zayıflık, iradesizlik timsali sahnelerin hemen her dakika yer alması hem kadın hakları, hem de insanlık onuru açısından çok yanlış.
Gelelim kaynanalara, Türk dizilerinde kadın kimliği konusundaki bir yazı kaynanasız olmaz. Güçlü kadın imgesinin dizi ekranlarımızdaki en köklü çınarları olan bu kadınlar genellikle orta yaşlarını çoktan geride bırakmış ve konağın hanımı olarak eşleri başta olmak üzere çevredeki herkesi idare eden karakterler oluyorlar. Peki ne için? Para, pul, aşk, gezip tozmak, altın yılların tadını çıkarmak mı konak hanımannelerinin amacı? Hayır. Bu hanımlar yıllarca tırnaklarıyla kazıyarak, belki bir gece bile huzur içinde uyumadan, eşlerinin ve ailelerinin türlü dayatmalarına boyun eğip entrikalar içinde yaşayarak elde ettikleri güçlerini yalnızca oğullarının kendi seçtikleri “uygun” kadınlarla, pardon, kızlarla evlenebilmeleri için harcıyorlar. Elbette anneler çocukları için pek çok fedakarlık yapabilir, hatta onları mutlu görebilmek için enerjilerinin büyük kısmını harcayabilirler. Ancak bahsettiğimiz anne karakterleri kız çocuklarını sevmedikleri adamlarla kolayca evlendirebilir ya da onları iş ilişkileri, ortaklık gibi durumlar için genç kuşağın en düzgün temsilcileri olarak yetiştirirken oğlan çocukları için varlarını yoklarını ortaya koyuyorlar. Vakti zamanında bir yerde taşrada yetişen ve baba, abi, anne, eş baskısının, törenin, kadını toplumun en alt tabakasına iten geleneklerin etkisini hayatlarında en ağır biçimde hisseden genç kadınların yaşlılıklarında hayatlarını onlara dar eden bu gelenekleri kızlarına ve geleneklerine aynı biçimde dayattıklarını okumuştum. Belki de Türk dizileri en azından sosyolojik açıdan incelenmeye son derece muhtaç olan bu konuyu bu denli başarıyla yansıttıkları için takdir edilebilirler.
Son olarak yayınlandığı dönemde kaçırmadan izlediğimi inkar etmeyeceğim Aşk-ı Memnu’dan bahsetmek isterim. Bihter ve Behlül’ün yasak aşkları ve Adnan Bey ve ailesine yapılan büyük haksızlık hakkında hepimizin farklı fikirleri olabilir. Ancak bence başta dizinin ana kraliçesi Firdevs Yöreoğlu ve Matmazel karakteri olmak üzere bu dizinin tüm kadınlarında erkek egemenliğine karşı ilk bakışta göze çarpmayan, hatta çoğu zaman “işini bilmekle” karıştırılan bir zayıflık söz konusu. Bihter’in annesine inat olsun diye hatırasındaki baba figürüne en yakın bulduğu adamla alelacele evlenmesi, ardından belki farkında olmadan bir parça baba yerine koyduğu bu figürü evin yaşı yaşına uygun manken gibi oğluyla aldatması ve her yerinden dengesizlik, sadakatsizlik, basiretsizlik akan bu adam için kendini türlü şekillere sokması bunun en büyük kanıtı. En güçlü, en zengin, en becerikli kadınların bile aşk için delirebileceklerini gözümüze gözümüze sokan bu hikayede yanlış olan şey yalnızca bu yasak aşk hikayesi mi? Bihter Ziyagil’i aşktan gözü kör olmuş genç, biraz da güçsüz karakterli bir kadın olarak görenler lütfen tekrar düşünsün. Söz konusu kadın Behlül’den beklediği karşılığı göremediği her an Adnan Bey’in kollarına, üstelik onu ne kadar sevdiğine ve özlediğine dair yalanlar söyleyerek dönmedi mi? Adnan Bey’in tek suçu genç eşini sevmesi ve ondan vazgeçmek konusunda acele kararlar vermekten kaçınması mı? Gerçekten güçlü karaktere sahip bir kadın böyle bir durumda bir kez ayrılık konuşması yaptığı, kesinlikle sevmediği eşinden gerçekten ayrılır, kendine bir hayat kurar ve üstesinden gelemediği duyguları hakkında ne yapacağına bundan sonra karar verebilirdi. Fakat bunun yerine eşini sevgilisini kıskandırmanın, cezalandırmanın ve isteklerine ulaşmanın basit bir aracı olarak kullandı. Bu durum yalnızca yıllar önce yazılmış bir romanın uyarlaması olan Aşk-ı Memnu dizisinde ortaya çıkmıyor. Pek çoğumuzun sevgilisinden ayrılırsa yalnız kalmamak için “ara ara mesajlaştığı” erkekleri beklemede bırakan kadın arkadaşları olmuştur. Hatta belki bir dönem biz de böyle bir şeyler yapmışızdır.
Evet, toplumumuzun, hatta dünyamızın erkek egemen yapıda olduğu ve kadınların bu yapıda ayakta kalabilmek için çeşitli savunma mekanizmaları geliştirmek zorunda kaldıkları bir gerçek. Bu nedenle kadınlık onuruna yakışmayan kimi davranışlardan, ya da kadınlık onuru denildiğinde tek anlaşılan şeyin evlenene dek bakire kalmak olmasından kadınları sorumlu tutmak yanlış bir tutum. Ancak erkek egemenliğinin arkasına sığınarak bu adaletsiz düzenin devamını sağlayan davranışları normalleştirmek, hatta övünülür hale getirmenin bizleri, annelerimizi, babalarımızı, kızlarımızı, oğullarımızı, erkek ve kız kardeşlerimizle arkadaşlarımızı iyi bir yere doğru götürmediği kesin. Eğer bu konuda elinizden hiçbir şey gelmeyeceğini düşünüyorsanız haklı olabilirsiniz. Bu dünyada hiç kimse başkasının şartları ve olanakları hakkında ahkam kesip öğütler verme hakkına sahip değil. Ancak, sevgili anne ve babalar, en azından bin bir güçlükle okuttuğunuz çocuklarınıza hayatın amacının “münasip bir koca bulmak” ya da “helal süt emmiş bir kızla evlenmek” olmadığını anlatarak, birey olmanın, özgür ve bağımsız olmanın ileride yaşayacakları ilişkileri ve evliliklerini de çok daha sağlıklı hale getireceğini açıklayarak büyük bir fark yaratabilirsiniz.